Fit Hub Blog Sayfa 126

Steroidlerin Kas Gelişimine Etkisi Hakkında Yapılan En Kapsamlı Bilimsel Araştırmayı İnceledik

2

Steroidler, korkunç yan etkilere sahip olan ve vücudun hormonal dengesini bozan ilaçlardır. Kanser gibi çok ekstrem durumlarda güçsüz düşen hastaları güçlendirmek için kullanılan bu ilaçlar, sporda en üst limitlerini zorlamak için sporcular tarafından da kullanılmaktadır.

Kanser hücrelerinde artış, kalp hastalıkları, karaciğer hastalıkları, kısırlık, tansiyon ve birçok yan etkiyi bulunduran bu ilaçların etkisini gözlemleyen en yetkin araştırmayı sizlerle paylaşıyoruz.

3 Ana Grup

Araştırma çok basit. 3 grup bulunduran araştırmada gruplar testosteron takviyesi kullanıyor. Gruplar yoğunluklu olarak spor yapmamış sedanter bireylerden oluşuyor.

3 grup ise şu şekilde:

  • 1. Grup: Yalnızca testosteron kullananlar,
  • 2. Grup: Yalnızca düzenli antrenman yapanlar (steroid yerine plasebo veriliyor),
  • 3. Grup: Hem antrenman yapıp hem testosteron kullananlar.

1. Grup ve 2. Grup

Birinci grup spor yapmıyor ve yalnızca düzenli olarak testosteron enjeksiyonu yapıyor. Sonuçlarda düzenli olarak antrenman yapan grupla aynı miktarda kas kütlesi elde ediyorlar.

Düzenli olarak ciddi zorlayıcı antrenmanlar yapan ve yalnızca haftada bir enjeksiyon yapan iki grubun da kas gelişimi neredeyse aynı (ihmal edilebilir farklılıklar bulunuyor).

3. Grubun Ekstrem Farkı

3.grup, diğer iki grubun iki katından da fazla kas kütlesi elde ediyor. Yani dopingler boşuna kullanılmıyor, disiplinle birlikte kullanıldıklarında doğal limitlerin çok ama çok üstüne çıkarabiliyor.

Tabii ki etkisi bariz olsa da, potansiyel korkutucu yan etkileri ve adil rekabeti önleyişi sebebiyle steroid kullanımını asla tavsiye etmiyoruz. Bu araştırmayı yalnızca steroid etkisinin gücünü kavramanız için ele aldık.

Reklam

Fitness Hedeflerinize Yönelik Başarılı Gelişim İçin Uygulayabileceğiniz 6 Taktik

0

İlgi Alanınıza Göre Plan Oluşturun

Sevdiğiniz antrenmanı yapmanız, gelişiminiz için en doğru ilk adım olacaktır. Bu nedenle önceliğiniz, fitness gibi geniş bir alanın hangi alt dalına ilgi duyduğunuzu belirlemek olmalıdır.

İlgi alanınızı belirledikten sonra, severek yapacağınız antrenmanlarda başarılı olamamanız çok zorlaşacak! Yani muhtemelen başarılı olmanız için gereken en önemli adımı atmış olacaksınız. Hedefiniz doğrultusunda geleceğe yönelik kabataslak bir plan da oluşturduğunuzda, belirlediğiniz hedefe ulaşmanız oldukça kolay olacak.

Evde Uygulayabileceğiniz Antrenmanlara Yönelin

Spor salonuna gitmek, her zaman yaşantınıza uymayabilir. Bu nedenle evde yapabileceğiniz antrenmanlara hazırlıklı olmalısınız. Evde uygulanabilir antrenmanlar konusunda bilgilenmelisiniz ve bu antrenmanları ara sıra uygulamalısınız. Böylece hayatınızın içerisindeki koşullara spor salonuna gitmek uymadığında dahi antrenman yapabilirsiniz.

Aktiflik Seviyenizi Zamanla Arttırın

Image result for daily activity walking

Gün içerisinde sürekli oturduğunuz zaman, antrenmanlarınız ne kadar ağır olursa olsun kendinizi hedeflerinizden daha geriye götürüyor olabilirsiniz. Oturmanız gereken zaman dilimlerinde sık sık ara verip ayağa kalkarak, masa başı göreviniz sona erdiğinde ise aktivite seviyenizi zorlayarak çok daha iyi sonuçlar almanız mümkün.

Kısa mesafelerde taşıt kullanmak yerine yürüyün. Merdiven çıkmanız gerektiğinde çıkın, kısa yollara başvurmayın. Bu şekilde zamanla daha aktif olarak, büyük farklar gözlemleyeceksiniz!

Dışarda Açık Havada Antrenman Yapmaya Yönelin

Evde antrenmanların yanı sıra, dışarda açık havada antrenman yapmak da iyi bir alternatif olabilir. Özellikle kardiyo antrenmanlarınızı, esneme antrenmanlarınızı ve vücut ağırlığınızla uyguladığınız egzersizleri açık havada bol oksijen eşliğinde uygulayabilirsiniz. Bu da sizi spor salonu zorunluluğundan kurtaracak bir diğer seçenektir.

Beslenme Düzeni Oluşturun

Beslenme, yaptığınız antrenmanın sonucunu almanızın kilit noktasıdır. Doğru şekilde beslenmediğinizde, en doğru antrenmanla dahi sonuç alamazsınız.

Vücut ağırlığınız, metabolizma hızınız, boyunuz, yağ oranınız gibi değişkenlerinizin doğrultusunda bir beslenme düzeni oluşturmalısınız. Bu beslenme düzeninde öncelikli olarak kalorilerinize ve makrolarınıza (protein, karbonhidrat ve yağ miktarına) odaklanmalısınız. Kalori ve makrolarınızı hedefiniz doğrultusunda oluşturmalısınız.

Düzeniniz oturduğunda, hedeflerinize tamamen yaklaşmış olabileceğinizi söylemek mümkün.

Egzersiz Rutininizi Düzenli Olarak Güncelleyin

Hedefinize yönelik egzersiz seçiminiz olmalı. Bu egzersizler de, aldığınız sonuçlar doğrultusunda sürekli olarak değişmeli.

Her vücut farklıdır, her vücuttaki kas gruplarının antrenman ve beslenmeye verdiği tepki farklıdır. Kimi vücutta göğüs kasları iyi tepki verebiliyorken, kimi vücutta omuz kasları iyi tepki verebilir. Siz de zaman ilerledikçe zayıflıklarınızı belirlemeli, bu zayıflıklara yönelik egzersizleri antrenman rutininize dahil ederek egzersiz rutininizi güncellemelisiniz. Bu şekilde maksimum verimi sağlayabilirsiniz.

Bu maddelerdeki taktikleri uygulayıp, devamlı olduğunuz zaman her hedefe ulaşmanız mümkün. Önemli olan pes etmemeniz, sınırlarınızı bilerek hareket etmeniz!

Reklam

Her Birinde 32 Gram Protein Bulunan Kas Dostu Pankek Tarifi

0

Kahvaltınızı içerisinde 32 gram protein bulunduran bu zengin içerikli pankekler ile güçlendirin.

Kendinizi aşırıya kaçmadan zengin bir kahvaltı ile ödüllendirin. Bu tatlı ve doyurucu pankekler protein tozu, lor peyniri, yulaf ve yumurta beyazı gibi kas dostu besinler içerir. Güne daha enerjik başlamak için üzerlerine favori meyvelerinizden serpiştirebilir ya da düşük karbonhidratlı şurupla zenginleştirebilirsiniz.

Ev Yapımı Protein Pankeki- 2 kişilik

Malzemeler

  • 1 Ölçek vanilyalı protein tozu
  • Yarım kase yağsız lor peyniri
  • Yarım kase yulaf
  • 1 kase yumurta beyazı
  • 1 adet muz
  • Yarım çay kaşığı vanilya
  • 1 çay kaşığı kabartma tozu
  • 1 çay kaşığı tarçın

Hazırlanışı

1. Tüm malzemeleri karıştırın. Daha kabarık pankekler istiyorsanız karışımı bir gece buzdolabında bekletin.

2. Hafifçe yağladığınız tavayı orta dereceli ateşte ısıtın. Karışımı tavaya dökün (Her bir pankek için bir kasenin ¼ kadarını kullanın). Her iki taraf kızarana kadar pişirin.

3. Çilek, yabanmersini ve muz dilimleriyle süsleyin.

Her 1 pankekte; 244 Kalori, 2 gr yağ, 1 gr doymuş yağ, 23 gr karbonhidrat, 3 gr lif, 32 gr protein

Kaynak: M&F HERS

İster Tatlı İster Kahvaltı Olarak Tüketebileceğiniz Proteini Bol Vejetaryen Öğün

Reklam

D Vitamini Eksikliği Baş Ağrısı Yapar Mı?

0

D vitamini vücuttaki en önemli minerallerin başında geliyor. Bağışıklık sistemini ve kemikleri güçlendiren D vitamininin eksikliği, ciddi sağlık sorunlarına neden olabiliyor. Anadolu Sağlık Merkezi Beslenme Uzmanı Ulaş Özdemir, “Özellikle yaşlı ve çocuklarda kas ve kemik sağlığı açısından D vitamini oldukça önemli. D vitamini eksikliği baş ağrısı ve saç dökülmesinin de önemli sebeplerinden biri” açıklamasında bulundu.

D vitamini hedef dokuya etki etmesi için dolaşım sistemine salınıyor ve miktarı geri bildirim mekanizması ile düzenlendiği için vücutta hormon gibi çalışıyor. Aynı zamanda vücutta kanser, kalp ve enfeksiyon hastalıklarına karşı bir kalkan olduğunu vurgulayan Anadolu Sağlık Merkezi Beslenme Uzmanı Ulaş Özdemir, “Yaşlılar ve çocuklarda D vitamini eksikliğine dikkat edilmeli. Rikets, kas ağrısı, osteoporoz ve osteomalazi gibi hastalıklara neden olabilir” dedi.

Güneşi ve Doğru Beslenmeyi Kaçırmayın

d-vitamini-eksikligi-bas-agrisi-yapar-mi-1

Baş ağrısı ve saç dökülmesinin de önemli sebeplerinden birinin D vitamini eksikliği olduğunu söyleyen Beslenme ve Diyet Uzmanı Ulaş Özdemir, “D vitamini seviyesi kanda 25(OH)D düzeyleri şeklinde ölçülebilir. Eğer 25(OH) düzeyi 5 mg/dL’nin altındaysa ciddi bir eksiklik söz konusudur” şeklinde konuştu. Eksiklik durumuna göre hekimin görüşü doğrultusunda D vitamini takviyesinin alınabileceğini belirten Özdemir, “Çünkü pankreastan kalbe kadar oldukça önem arz ediyor. Dolayısıyla beslenme düzeni bozulduysa ve genelde güneş ışığından faydalanılmıyorsa D vitamini değerine mutlaka bakılmalı” önerisinde bulundu.

Nedensiz Mutsuzluk D Vitamininden kaynaklı Olabilir

D vitamini eksikliğinin birçok nedeninin olduğunun altını çizen Beslenme ve Diyet Uzmanı Ulaş Özdemir, “D vitamini içeren besinleri yeterli tüketmemek, bazı ilaçlar, güneş ışınlarından yararlanamamak ve hamilelik, D vitamini eksikliğine neden olabilir” dedi. Özdemir, kas ağrısı ve kramp, halsizlik, nedensiz mutsuzluk ve depresyon, aşırı saç dökülmesi, yaraların geç iyileşmesi ve başın terlemesinin bu vitamin ksikliğinin başlıca belirtileri arasında olduğunu söyledi.

Cilt Güneş Işığıyla Temas Etmeli

D vitamininin vücut tarafından üretilebildiğini ancak bunun gerçekleşebilmesi için cildin bir süre güneş ışığıyla temas etmesi gerektiğini söyleyen Beslenme ve Diyet Uzmanı Ulaş Özdemir, “Yazın güneşte yarım saat kalmak ortalama 8.000-10.000 ünite kadar D vitamini üretilmesini sağlıyor” dedi. Özdemir, besinlerin bu konuda diğer vitaminlerde olduğu gibi çok aktif bir rol oynamadığını belirterek; vücudun dönüştürüp kullanabileceği D vitamini deposu besinleri şöyle sıraladı:

d-vitamini-eksikligi-bas-agrisi-yapar-mi-3

  • Palamut
  • Lüfer
  • Yumurta
  • Barbunya
  • Keçi peyniri
  • Yoğurt
Reklam

Hemen Koşmaya Başlamanız için 7 İkna Edici Sebep

0

Antik  Yunanlıların bir lafı vardır: “ Güçlü olmak istiyorsan, koş. Güzel olmak istiyorsan, koş. Zeki olmak istiyorsan yine koş.” Ve galiba haklılar. Tabi ki tek başına koşu bütün problemleri arkanızda bırakmanıza yardımcı olmaz, özellikle maratona hazırlanmadan önce profesyonel desteğe ihtiyacınız var. Fakat yine de koşuyu hayatınızın bir parçası haline getirirseniz, kesinlikle pek çok pozitif değişime kapı aralayacaktır. Her şeyi bir kenara bırakırsak koşmak, fit kalmanın ücretsiz yoludur! Ayrıca tonlarca pahalı ekipmana da ihtiyacınız yok. Sadece bir koşu ayakkabısı yeterli. Ama hemen koşmaya başlamanız için daha fazla sebebimiz var:

  • Koşmak, vücuttaki kılcal damarların ve ayrıca alyuvarların sayısını arttıracağı için kalp kasının güçlenmesini destekler.
  • Oksijen kullanma kapasitesi artan kalp, daha fazla kan pompalar ve kan akışı hızlanır. Bu sayede vücudumuzdaki diğer doku ve organlar, daha fazla besin almış olur.

  • Koşmak stresle baş etmenize de yardım eder. Vücut gün boyunca bütün gerginliği ve yorgunluğu biriktirir ve sinirsel hasar yaratır. Bu gerginliği bertaraf etmenin en güzel yolu iyice terlemektir ki koşu harika bir tercih olur.
  • Egzersiz esnasında vücut endorfin adı verilen çok özel bir hormon salgılar. Endorfine halk arasında “mutluluk hormonu” denir. Kandaki endorfin arttıkça acı sinyallerinin sinirler arası aktarımı da azalacağından depresyon ortadan kalkar.
  • Koşu, mental kapasiteyi de harekete geçirir. Siz orta şiddette bir jog ile meşgulken beyniniz de yaratıcı çözümler üretmek için çalışır. Bunun için teşekkür etmeniz gereken tek varlık oksijendir.

  • Orta tempoda bir koşu, kandaki kırmızı kan hücreleri ve hemoglobin düzeylerini de etkileyerek bağışıklık sisteminin dayanıklılığını arttırır. Aynı zamanda kolesterolü düşürür, açlık hissini azaltır ve bağırsak hareketliliğini geliştirir. Metabolizmanın hızlanmasıyla birlikte, bu etkilerin hepsi vücut ağırlığınızın azalmasını hızlandırır.
  • Hangi saatte koştuğunuz hiç önemli değil. Sabah, hormon seviyeleriniz her zamankinden biraz yüksek olduğunda, bir jog rahatlama görevi görür ve sakinlemenize yardımcı olur. Öte yandan, akşamları, iş çıkışı koşarsanız da gevşer, şarj olur, açlık duygunuzu bastırır ve daha sonra da bebek gibi uykuya dalarsınız.
  • Çalışmalar aynı zamanda koşmanın kısmen karaciğer rejenarasyonuna yardımcı olduğunu da gösteriyor. Hiç fena değil, ha?
  • Düzenli koşu alışkanlığı, kas-iskelet sisteminiz üzerinde de etkili. Özellikle dejeneratif eklem hastalıkları veya osteoartriti bulunan ileri yaştaki bireyler, tedavilerine mutlaka koşuyu eklemeli.
Reklam

Bu Karışım Gribe Meydan Okuyor!

0
Bu Karışım Gribe Meydan Okuyor!

Mevsim kış… Virüsler, özellikle de gribe yol açan virüslerle başımız dertte! Kalabalık ortamlarda hatta metrolarda, belediye otobüslerinde bile bu virüsler bizi buluyor. Diyetisyen Emre Uzun, “Yeterli ve dengeli beslenmeyi bir alışkanlık haline getirmekle bağışıklık sisteminizi güçlendirirsiniz ve böylece gribe karşı baştan zafer kazanırsınız” diyor. “Hedefiniz daime bağışıklığınızı güçlendirmek olmalı. Bu amaçla yapılacak hamleler de bellidir” diyor ve bunları tek tek sıralıyor:

Sıvı tüketin, bol su için

“Bizim en büyük hatalarımızdan biri kış aylarında içtiğimiz çaydan, meyve çaylarından aldığımız sıvıyla yetinip su içmeyi ihmal etmek! Oysa su mucizevi özelliklere sahiptir. Kışın daha yağlı beslendiğimiz için her gün düzenli 2-2,5 litre su içmemiz gerekir. Bu, vücut fonksiyonlarının düzenli çalışmasını sağlar. Düzenli çalışan fonksiyonlar sayesinde bağışıklık sistemi güçlenir, metabolizmamızın işleyişi dengesini korur. Çay tutkunu bir toplum olduğumuz için kış aylarında siyah çayı biraz azaltmakta da fayda var. Onun yerine, yine bağışıklık sistemini güçlendiren kuşburnu, adaçayı, rezene, yeşil çay, ıhlamur ve böğürtlen gibi bitki çayları içebilirsiniz.”

Proteine önem verin

“Kışın vücudumuzun günlük protein ihtiyacı, sahip olduğumuz her bir kilo başına 0,8 gramdır. Protein deyince aklınıza hemen et gelmemeli. Kırmızı et haricinde yumurta, süt, kümes hayvanları, balık, baklagiller de iyi birer protein kaynağıdır ve içerdikleri B6 ve B12 vitaminleri, selenyum ve çinko ile bağışıklık sistemini güçlendirirler. Çok sık duymadığımız selenyum elementi hakkında ek bilgiler için Selenyum Nedir, Nasıl Kullanılır? yazısını da inceleyebilirsiniz.

Bunların yanısıra Omega 3 yağ asidi de bağışıklık sistemimiz için gereklidir ve “haftada en az iki kez balık yiyin” diye ısrar etmemizin sebebi de budur. Çünkü Omega 3 yağ asidinin iltihap azaltıcı, bağışıklık sistemini güçlendirici dolayısıyla gribe karşı koruyucu etkisi vardır. Kümes hayvanlarından tavukla hazırlanacak çorbalar ise hem virüslerle savaşır hem de vücutta oluşan inflamasyonu azaltır. Türk mutfağında üzerine bol limon sıkılıp karabiber serperek tüketilen şehriyeli tavuk çorbası gibi bir değer varken, sofranızdan eksik etmeyin derim.”

Soğan, sarımsak ve karabiber

“Soğanı neyse ki severek tüketiyoruz. Sarımsaktan ise kokusu nedeniyle biraz uzak duruyoruz. Sarımsağı yemeklere doğrayarak ya da çiğ halde yiyemiyorsanız size bir tavsiye: Tablet iriliğinde kestiğiniz sarımsak parçalarını, ilaç gibi yutun! Çünkü soğanın da sarımsağın da bağışıklığı güçlendirdiği artık biliniyor.

Aynı şekilde karabiber de önemli… Örneğin çorbalarınıza mutlaka karabiber serpin. Pilava, balığa, püreye özetle damak tadınıza ters gelmeyecek her gıdaya… Çünkü karabiberdeki piperin, ağrı kesici ve ateş düşürücüdür ve sizi hem gribe karşı korur hem de bağışıklığınızı güçlendirir.”

Sebzeler, meyveler…

“Her sebze ve meyvenin her mevsimde yetişmediği ortada… Bu, biraz da kozmik düzenin getirisi… Kara kışa, kara, fırtınaya inat yetişen meyve ve sebzeler, düşünün ki insan vücuduna neler kazandırır… Kıy meyve ve sebzelerinin en önemli yararı, hücreleri yenilemesi ve dokuları onarmasıdır. Bu sayede bağışıklık sistemimiz de güçlenir. Havuç, kivi, ıspanak, brokoli, mandalina, portakal ve greyfurt bol miktarda antioksidan, A ve C vitamini içerir. Yapılan son araştırmalar, C vitamininin gribi tedavi etmediğini ortaya koysa da vücut direnci için yeterli miktarda almak gerekir. Yine kış sebzelerinden lahana, ıspanak, karnabahar, pırasa, kereviz, havuç, tere ve turpun da sofranızda bulunması gerekir. Balkabağı ise hem bağırsak hareketlerini düzenlediği için hem de beta karoten içerdiği için bağışıklık sisteminin en önemli koruyucularından biridir.”

Probiyotik ve prebiyotikler

“Grip ve kışa özel hastalıklar sindirim ve boşaltım sistemine de zarar verebilir. Buna engel olmak için yapmanız gereken, bağırsak floranızı güçlendirmektir. Bu sayede mide-bağırsak enfeksiyonlarına karşı direnç de kazanmış olursunuz. Probiyotik ve prebiyotikler tam da bu noktada sahneye çıkar. Probiyotikler yoğurt, kefir, peynir, turşu, boza ve tarhanada yoğun olarak bulunan canlı ancak insan vücuduna dost bakterilerdir. Bu bakteriler bağırsakların ve kadınlarda vajen florasının dengesini korur, zararlı mikroorganizmaların çoğalmasını önler.

Prebiyotikler ise vücut tarafından sindirilemeyen, bağırsakta mayalanan ve kolondaki (kalın bağırsak) bakterilerin hem çoğalmasını hem de etkisini artıran besin ögeleridir. İlginç olan şu ki, probiyotiklerin sağlıklı ve çok sayıda var olabilmesi için prebiyotiklerin varlığı şarttır. Prebiyotik kaynaklarını ise kuru baklagiller, kepekli buğday, yulaf, arpa, soğan, sarımsak, pırasa, kuşkonmaz ve muz olarak sıralayabiliriz.”

E Vitamini

“Bütün vitaminler bir yana, kış aylarında grip salgınlarına karşı bağışıklık sisteminin belki de bir numaralı vitamin muhafızı hiç kuşkusuz E vitaminidir! Soğuk algınlığına, gribe, nezleye vb. dışında kalp hastalıklarına hatta kansere bile sebep olan ve vücudunuzun sağlıklı hücrelerine saldıran serbest radikallerle E vitamini savaşır. Ayçekirdeği, fındık, ceviz, badem dışında ıspanak ve brokoli gibi koyu yeşil yapraklı kış sebzeleri de bol miktarda E vitamini taşır.

İlaç gibi zerdeçal!

Tıp âleminde son yıllarda üzerinde en fazla araştırma yapılan kök baharatlardan biri hiç kuşkusuz zerdeçal! Öyle ki zerdeçal üzerine yazılan ve deneklerle elde edilmiş araştırma sonuçlarına dayanan 10 bini aşkın bilimsel makale, bu kök baharatın şimdiden “bitkisel ilaç” olarak anılmasına sebep oldu. Zerdeçal antioksidan zengini bir baharat. Doğal bir antienflamatuar ve aynı zamanda ağrı dindirici. Düzenli olarak zerdeçal tüketenlerin soğuk algınlığı, öksürük, grip ve solunum sisteminde tıkanıklıklara daha az yakalanması da araştırmaları doğruluyor. Özellikle zerdeçal ve bal karışımı, vücudun savunmasını destekleyen, iltihaplanma karşıtı ve antibakteriyel özelliklere sahip doğal bir reçete!

Bol Bol Yudumlayın!

Diyetisyen Emre Uzun’un tarifiyle, sizi gripten koruyacak içecek:

Malzemeler:

1/2 adet kivi

1/2 adet portakal

1 kaşık nar

Yarım bardak su

1/2 çay kaşığı zerdeçal

Hazırlanışı:

Meyveleri vitamin kaybına uğratmamak için iyice yıkayıp kabuklarını soyun. Doğrayın. Kısa süre blender’dan geçirin. Kıvamı damak tadınıza göre ayarlamak için tercihe göre su ekleyin. Zerdeçal ekleyin ve yudumlayın. Vücudunuzun savunma sistemine armağan edin!

Reklam

Cildimizin Tehlike Altında Olduğunu Gösteren 5 Sinyal

0
Cildimizin Tehlike Altında Olduğunu Gösteren 5 Sinyal

Bu nedenle ciltte meydana gelen değişiklikler aynı zamanda kalp, akciğer, mide, bağırsaklar ile böbrekler gibi yaşamsal önem taşıyan organları ilgilendiren sistemik hastalıkların habercisi de olabiliyor. Acıbadem Kozyatağı Hastanesi Dermatoloji Uzmanı Prof. Dr. İkbal Esen Aydıngöz, hatta bazı cilt işaretlerinin hastalığın klinik ve laboratuvar bulgularından önce ortaya çıkabildiğine dikkat çekerek, “Dolayısıyla bu sinyaller geliştiğinde zaman kaybetmeden bir hekime başvurulması, bazı durumlarda hayatı tehdit edebilen hastalıkların erken dönemde tedavi edilmesini sağlayabiliyor. Erken tedavi de hiç şüphesiz hastaları daha ciddi problemlerden koruyabiliyor” diyor. Prof. Dr. İkbal Esen Aydıngöz sistemik, bir başka deyişle vücudun tümünü etkileyebilen hastalıkların habercisi olabilecek cilt sorunlarını anlattı, önemli bilgiler verdi.

Ciltte kaşıntı

Özellikle ciltte yaygın ve şiddetli kaşıntının asla ihmal edilmemesi gerekiyor, çünkü bu tablo demir eksikliği kansızlığı, kronik böbrek yetmezliği, bazı kan hastalıkları, siroz, enfeksiyonlara bağlı karaciğer iltihaplanması, pankreas tümörü ve kistleri gibi önemli sistemik hastalıkların habercisi olabiliyor. Ayrıca diyabet, tiroit bezlerinin az veya fazla çalışması da kaşıntıyla yakından ilişkili oluyor. Bunların yanı sıra nadiren de olsa akciğer, kalın bağırsak, beyin ve lenf kanserlerinde de kaşıntı sinsi bir şikayet olarak gelişebiliyor. Bu nedenle hastaların dermatolojik muayeneden sonra söz konusu hastalıklar açısından bir tarama testiyle değerlendirilmeleri büyük önem taşıyor.

Koyu kırmızı, bordo lekeler

Kılcal damarlardan dışarıya kırmızı kürelerin sızmasıyla ortaya çıkan koyu kırmızı, bordo renkli, milimetrik veya geniş yüzeyleri kaplayıcı lekeler de ihmal edilmemeli. Bu lekeler kan sulandıcı ilaçların yan etkisi, çeşitli enfeksiyonlar, çeşitli sistemik ve romatizmal hastalıklar için önemli ipuçları sağlayabiliyor. Dermatoloji Uzmanı Prof. Dr. İkbal Esen Aydıngöz bunların yanı sıra bu lekelerin menenjitte (beyin zarı iltihabı), kırım kongo kanamalı ateşinde ve çeşitli mikropların kana karışması gibi yaşamı tehdit eden enfeksiyonlarda da bazen ilk belirti olarak ortaya çıkabildiği uyarısında bulunarak, “Bu durumda erken tanı hayat kurtarıcı olabiliyor” diyor. Ayrıca, kanamaların deriden kabarık bir özellik göstermesi de damar iltihabının habercisi olabiliyor. Bu durum sadece deriyi değil, bağırsaklar, böbrekler ve karaciğer gibi sistemleri de etkileyebildiği için biyopsi yapılarak hastalığın yaygınlığı saptandıktan sonra hızla tedaviye başlanması gerektiğini hatırlatıyor.

Aftlar

Ağız mukozasında tekrar eden, ağrılı, beyaz, 3-10 mm çaplarında yaralar olan aftlar başlangıçta küçük kırmızı veya saydam kabarcıklar şeklinde ortaya çıkıyor. Sıklıkla, dilde, yanak ve dudak mukozasında gelişen aftlar saatler içinde açılıyor ve ülser oluşuyor. Aftların önemli sistemik hastalıkların sinsi habercisi olabileceğine işaret eden Dermatoloji Uzmanı Prof. Dr. İkbal Esen Aydıngöz sözlerine şöyle devam ediyor: “Örneğin ülseratif kolit, Crohn ve çölyak hastalığı gibimide – bağırsak sistemi hastalıklarında aftlar çok sık görülüyor. Behçet hastalığında da aftlar öncü bulgu olarak ortaya çıkabiliyor. Demir eksikliği ve vitamin B12 eksikliği de aftlara yol açan ve sık rastlanan sebeplerden. Bunların yanı sıra AIDS geliştiğinde zaman kaybetmeden bir hekime başvurmak çok önemli. Çünkü tedavi nedene yönelik olarak farklılık gösteriyor ve bu nedenleri kan testleriyle açıklığa kavuşturmak mümkün”

Et benleri

Et benleri cilt renginde veya kahverengi, çapları 1 mm ile 5 cm arasında değişen, göz kapakları, boyun, koltuk altı ve kasık bölgesinde kümelenme gösteren, yumuşak, deriden kabarık, bazıları saplı oluşumlardır. Et benleri toplum tarafından genellikle sadece kozmetik problem olarak görülüyor. Ancak dikkat! Ciltte çok sayıda kümeleşme gösteren et benleri, tedavi edilmediğinde diyabete dönüşebilen insülin direnci gibi önemli bir sağlık probleminin belirtisi olabiliyor. Bu nedenle et benlerinin sadece kozmetik bir sorun olarak görülmemesi gerektiği uyarısında bulunan Prof. Dr. İkbal Esen Aydıngöz “Vücutta çok sayıda et benleri mevcutsa diyabet şüphesiyle hastalar araştırılmalı diyor.

Bacak yaraları

Dizden aşağıya ayak bileğine doğru bacağın 1/3 alt kısmında görülen yaralar çoğunlukla, sinek ısırığı, çarpma veya düşme gibi nedenlere bağlandığı için evde uygulanan yöntemlerle iyileşme bekleniyor. Ancak, bu bölgenin bacak yaraları çoğunlukla toplardamar, daha az olarak atardamar hastalıklarından kaynaklanıyor. Ayrıca her 4-5 olgudan birinde, bu damar problemine diyabet hastalığı da eşlik ediyor. Erken tanı ve tedavi iyileşmeyi hızlandırırken geç kalınması durumunda özellikle büyük yaraların kapanması aylarca devam edebiliyor. Prof. Dr. İkbal Esen Aydıngözaltta yatan nedenden bağımsız olmak üzere sigara kullanımı ve obezitenin iyileşmeyi geciktirerek inatçı yaralara yol açabileceği konusunda da uyarıyor. Tedavi için nedenin doğru tespit edilmesi gerektiğini vurgularken, başarılı sonuç alınması için muayeneye ek olarak hızla radyolojik ve biyokimyasal analizlerin planlandığını söylüyor.

Reklam

Yatarken Rahatsız Oluyorsanız Sorun Omuz Sıkışması Olabilir

0

Şiddetli omuz ağrıları, omuz üzerine yatamamak, kolu hareket ettirememek… Tüm bu belirtiler, omuz sıkışma sendromuna işaret edebiliyor. Toplumun neredeyse yüzde 30’unu etkileyen omuz sıkışmaları, manuel terapi uygulamaları ile tedavi edilebiliyor. Memorial Wellness Manuel Tıp Uzmanı Dr. Metin Mutlu, omuz sıkışma sendromu hakkında bilgi verdi.

Omuz Sıkışmasına Neler Yol Açabiliyor?

Impingement; yani omuz sıkışma sendromuna genellikle bursitler, donuk omuz, fibromiyalji, kireçlenme, travmatik ve atletik zedelenmeler, sinir yaralanmaları, enfeksiyonlar, tümörler, boyundan yayılan ağrılar, romatoid artrit gibi iltihabi romatizmal hastalıklar, gut, diyabet, çeşitli metabolik ve hormonal hastalıklar, omzu etkileyen torasik çıkış sendromları, miyopati adı verilen kas hastalığı, kalp hastalıkları ve akciğer tepe tümörleri gibi iç organ hastalıkları sebep olabilmektedir. Kolunu kuvvet gerektirecek şekilde uzun süre baş üstünde kullanan kişilerde de bu probleme sık rastlanmaktadır.

Hareket Kabiliyetini Kısıtlıyor

Omuzun sıkışma sendromu, sık görülen omuz rahatsızlıklarından biridir. Omuz sıkışma sendromu, genellikle omuz üzerine yatarken ağrı hissetme hatta ağrıdan omuz üzerine yatamama, kolu baş üstüne kaldıramama ve bu tür hareketlerde kısıtlılık yaratarak belirtiler verir. Bu sendromda ağrı kimi zaman kişiyi uykusundan uyandıracak derecede ağırlaşabilmektedir.

Omzun Hareket Açısı Önemli

Muayene sırasında omzun hareket açıklığına bakılır ve sıkışmayı gösteren bazı testler yapılmaktadır. Bazı durumlarda enjeksiyon uygulaması yapılır. Bu enjeksiyon sonrası ağrının geçmesi ve hareketlerin ve testlerin düzelmesi tanı açısından anlamlıdır. Röntgen çekilerek kireçlenme ve kemiklerdeki değişiklikler görülmelidir. Tendonların ve diğer yumuşak dokuların durumunu görmek için ultrason, MR tetkikleri yapılmalıdır. Tendonun durumu, yırtılıp yırtılmadığı görülerek tedavi planlanmaktadır.

İlk Aşama 25 Yaş Altı Kişilerde Görülüyor

Omuz sıkışma sendromunun ilk aşaması genellikle 25 yaş ve altı kişilerde görülmektedir. Bu aşamada tendonda ödem, şişlik, kanama meydana gelir. İlaç, manuel terapi ve egzersizle tedavi planlanabilir. Bu aşamada kol üzerine yüklenilmemesi gerekir. Tetikleyici hareketlerden de uzak durulursa ağrılar hafiflemektedir. Omuz sıkışma sendromu yaşayan bu gruptaki hastalar için cerrahi uygulanmasına gerek duyulmamaktadır. İkinci aşamada ise sıkışan tendonda tendinit; yani yangı meydana gelir. Bu aşama daha çok 25-40 yaş arası kişilerde görülmektedir. Tedavi için ilaç, egzersiz ve fizik tedavi ve manuel terapi uygulanır. Bu dönemde lokal enjeksiyon, nöralterapi de uygulanabilir.

Erken Dönemde Tedavi Sağlanmazsa Yırtıklar Oluşabilir

Birinci ve ikinci aşamada hastalığı teşhis edilen kişiler uygun tedavi uygulamaları, egzersiz ve korunma yöntemleri sayesinde üçüncü aşamaya geçmeyebilir. Bu aşamada ise hastalar genellikle 40 yaşın üzerindedir ve bu dönemde tendonda yırtıklar meydana gelebilir. Bu aşamada tanısı konulan hastalar 6 ayı aşmamak şartıyla fizik tedavi, egzersiz tedavisi, manuel terapi, lokal enjeksiyonlarla konservatif tedaviye alınmaktadır. Bu konservatif tedaviye rağmen şikayeti devam eden ya da tendonda tam bir yırtık olan hastalarda cerrahi yöntemlerin uygulanması gerekebilir. İyi bir sonuç için ameliyat sonrası fizik tedavi ve egzersiz mutlaka önerilmektedir. Hangi dönem olursa olsun tedavi ile amaç; koruyucu önlemlerle hastalığın ilerlemesini önlemek,  egzersiz ve fizik tedaviyle omuz fonksiyonları geri kazandırmak olmalıdır.

Sağlıklı Bir Vücut ve Güçlü Bir Merkez Bölgesi İçin 5 Yoga Hareketi

Reklam

Günde Kaç Öğün Yemelisiniz Sorusunu Bilimsel Olarak Cevaplıyoruz!

0
günde kaç öğün yemek yemeli

Uzun ve sağlıklı bir yaşam günde kaç öğün yemelisiniz? Muhtemelen pek çok insanın aklını karıştıran bu sorunun cevabını bilim insanları veriyor!

Basında, belli aralıklarla “uzun yaşamın sırrının çözüldüğüne” dair haberler okumaya alışkınız. Genelde çok uzun yaşayan kişilerle röportaj yapılarak bu sır çözülmeye çalışılır. 100 yaşını geçtiği halde hala sağlıklı ve mutlu bir hayat sürdürmekte olan kişiler ister istemez ilgimizi çeker, nedir bu işin sırrı, bu insanlar ne yiyor ne içiyor da bunca uzun yaşıyorlar diye merak ederiz.

Genelde, doğal gıdalar uzun yaşamın sırrı olarak sunuluyor.

Yıllardır uzun yaşamın sırrı üzerine yapılan araştırmalar sadece ihtiyacımız kadar yemenin önemini gösteriyor. Uzun ve sağlıklı bir yaşam için bütün makro besinleri yeterli miktarda ve 3 öğüne bölerek yemek gerekiyor.

Elbette doğal gıdalarla beslenmenin önemi büyük, bunu kimse yadsıyamaz. Uzun yaşayan insanlar da genellikle sanayi toplumlarında ve büyük kentlerde değil, kırsal kesimde ve doğanın içinde yaşayanlar arasından çıkıyor. Bunda da şaşılacak bir şey yok. O yüzden, bu kişilere nasıl beslendikleri sorulduğunda genelde taze sebzeler, bitki çayları, her gün içilen keçi sütü ya da her gün yenen süzme peynir ya da ringa balığı gibi cevaplarla karşılaşıyoruz. Hatta 110 yaşını geçen bu şanslı kişiler arasında her gün vanilyalı kek yediğini, hatta her öğün bol ekmek tükettiğini söyleyenler de var. Kek yüksek karbonhidrat içerdiğine göre bizi uzun yaşatan vanilya mı diye düşünmeden edemiyor insan.

Ne kadar yemek yiyoruz?

Uzun yaşamak için hangi besinleri tükettiğimiz, hangilerinden uzak durduğumuz elbette önemli. Ama ne yediğimiz kadar ne kadar yediğimiz de önemli. İnsanoğlu şunun şurasında on bin yıldır yerleşik hayata geçti, bununla birlikte ağırlıklı olarak karbonhidrat tüketmeye başladı. Oysa avcı-toplayıcı atalarımız kolay kolay karbonhidrat bulamadığı için ağırlıklı olarak proteinle besleniyordu. Ayrıca internetten sipariş verme olanakları olmadığından, ne zaman yiyecek bulurlarsa ya da avlanabilirlerse o zaman yemek yiyorlardı. Şunu biliyoruz ki, aradan geçen süre içinde insanoğlu büyük bir genetik değişim geçirmedi. Yani açlığa dayanıklı olan genetik kodlarımız değişerek kontrolsüz bir şekilde yemeğe uyumlu hale gelmedi.

Uzun yaşam için ölçülü yemek neden önemli?

Kısacası “can boğazdan gelir” deyimi taş çatlasa insanlık tarihinin son yüz yılında kullanılmış. Günümüzde ise bir geçerliliği kalmamış. Aksine, uzun yaşamanın sırrının “ölçülü yemek” olabileceği tezi üzerinde durulmaya, bu konuda genetik araştırmalar yapılmaya başlandı. Örneğin Richard Weindruch’un yaptığı, 2009 yılında yayınlanan bir çalışmada, istedikleri miktarlarda beslenen maymunların yüzde 37’si yaşlılığa bağlı hastalıklara yakalanırken, ölçülü beslenenlerde bu oran yüzde 13 olarak tespit edilmiş.

Fare deneyleri

Amerikalı bir yaşlılık bilimi uzmanı olan Clive McCay daha 1935 yılında sadece ihtiyacı kadar yiyen farelerin ömürlerinin yüzde 40 oranında uzadığını ve yaşa bağlı hastalıkların ortaya çıkmasının önemli ölçüde gerilediğini kanıtlamış. 1986’da Wisconsin – Madison Üniversitesi yaşlılık bilimi uzmanlarından Profesör Richard Weindruch’un yaptığı fare deneylerinde yine aynı sonuçlar elde edilmiş. Ölçülü yiyen fareler ya da maymunlar sadece uzun yaşamıyor, aynı zamanda yaşam kaliteleri de artıyor; çok daha sağlıklı ve fit oluyorlar!

Telomer nedir?

Bu yüzden de bilim insanları bir süredir gözlerini telomerlere dikmiş durumda. Telomer, kromozomların uç kısımlarında yer alan ve hücrelerin yaşam süreleriyle ilişkisi olan yapılara verilen ad. Hücreler yaşlandıkça telomerler kısalıyor, telomerler kısaldıkça hücre bölünmesi zorlaşıyor ve hücreler ölmeye başlıyor. Kısacası, yaşlandıkça telomerler kısalıyor ya da telomerler kısaldıkça yaşlanıyoruz!

Peki fazla ya da az yemekle telomerin ne ilişkisi var?

Henüz kesin kanıtlar ortada yok ama aralarında önemli bir ilişki olduğuna dair bulgular var. Her ne kadar şu anda deneyler fareler üzerinde yapılıyor olsa da, daha şimdiden, ne kadar çok yemek yenirse telomerlerin o kadar hızlı kısaldığına dair önemli kanıtlar elde edilmiş durumda.

Uzun yaşam için nasıl beslenmek gerekiyor?

Bilimsel yayınların yer aldığı, Hindawi / Journal of Nutrition and Metabolism’in desteklediği Metabolic Balance’ın önerisine göre:

  1. Ne gerektiğinden az, ne de gerektiğinden çok yemek gerekiyor.
  2. Üç öğünden fazlası önerilmiyor.
  3. İnsan metabolizması gün boyu, sürekli yemek yeme üzerine kurulu değil.
  4. Aralıksız yemek, kilo kaybına neden olmadığı gibi metabolik hastalıklara davetiye çıkarıyor; yaşam kalitesini bozuyor.
  5. Bu beslenme yöntemi sayesinde vücut ihtiyaç duyduğu besinleri tam olarak alırken, gereğinden fazla yemek yemenin de önüne geçilmiş oluyor. İşte bu da uzun ömür için aralanan kapılardan biri.
Reklam

49 Kilo Vererek Fitnessa Aşık Oldum Diyen Angela Arnold’ı Tanıyor musunuz?

0

En yüksek kilosu: 113 kg

Şimdiki Kilosu: 64 kg

Sağlığından endişe etmeye başlayan Angela Arnold, bu gidişatı değiştirmeye kararlıydı!

Yazan: Kristin Mahoney

2011 yılında, Angela Arnold dönüm noktasındaydı. 29 yaşında 113 kilo iken depresyonla mücadele ediyordu ve yataktan kalktığı andan itibaren dizlerinde ağrı hissediyordu. Ayrıca diyabet teşhisi konduğu için iki seçeneği vardı: ya kilo verecekti ya da hayatının sonuna kadar insülin ilaçları kullanacaktı. Arnold bir karar verdi. “Yalnızca henüz 10 ve 13 yaşlarında olan oğullarım Colby ve Camron için değil, gelecekteki torunlarım için de ciddi şekilde hayat tarzımda değişiklikler yapmam gerektiğini biliyordum.”

Küçük adımlarla, Jillian Michael’in spor DVD’lerini günde 15 dakika uygulayarak değişimine başladı. Her gün küçük egzersizler yapıyordu. “Her gün biraz yürüdüm, sonra adım adım yürüdüğüm mesafeyi artırdım ve nihayetinde tempolu yürüyüşten koşuya geçtim.”

Spor yolculuğu her zaman kusursuz değildi (yanlış teknikler sebebiyle ameliyat olması gereken bir fıtık problemi yaşadı), ama Arnold bu yoldan sapmamak için elinden gelenin en iyisini yaptı ve bir sene içerisinde 45 kilo verdi.

Bugün ailesi ve arkadaşlarından aldığı destekle motivasyonunu koruyor. “Vücudunuza baktığınızda kendinizi mutlu ve güzel hissedebilirsiniz. Herkes bir yerlerden başlıyor, sadece yoldan çıkmadan tüm bu süre boyunca her küçük başarınızdan gurur duymayı bilmeniz gerekiyor.”

Angela Arnold’ın Antrenman Planı

Arnold kardiyoyla birlikte haftada beş gün güç antrenmanı yapıyor. Bir gün de yüksek yoğunluklu interval antrenmanı yapıyor.

En Sevdiği Sağlıklı Yiyecek:

Çiğ İstridye

En Sevdiği Egzersiz:

Lat pulldown

“Kasları doğru şekilde sıktığınızdan emin olun ve duruşunuzu koruyun.”

Angela’nın Örnek Antrenman Planı

Bacak günü

(haftada iki kez antrenman yapıyor)

  • Deadlifts
  • Squats
  • Walking lunge
  • Kickback
  • Hip thruster
  • Leg press
  • Leg extension

Fitness İlhamı

“Geçen sene Las Vegas’ta yapılan Musclemania yarışmasına gittim ve 60 yaşın üstünde bir büyük büyükanne olan Ruby Carter’ın Masters yarışmasını kazandığını izledim. O an bahanelerin olmadığını, herşey çok geç olduğunda ‘Ben de yapabilirdim’ diyerek kaybettiğim onca zamanın ardından bakmak istemediğimi farkettim. Arnold geçtiğimiz Haziran ayında ilk fitness yarışmasına katıldı ve ikinci oldu. “Sahneye çıkmak istemiyordum, vücudumla ilgili şüphelerim vardı. Ancak sonra başkalarına bir ilham kaynağı olabileceğimi farkettim.”

Angela’nın Kullandığı Gıda Takviyeleri

Protein tozu, amino asitler, BCAA ve kreatin

En Sevdiği Kaçamak Öğünü

Donut ve tereyağlı kurabiye

Kaynak: M&F HERS 2016, Ocak-Şubat

Kardiyoyu Bırakıp Ağırlık Kaldırmaya Başlayan Rebecca Mükemmel Kıvrımların Sahibi Oldu

Reklam