Özge Kırdar ile Başarının Psikolojisi serimizin dördüncü konuğu Sinan Güler. Onun hakkında internette araştırma yaptığınızda milyonlarca şey bulabilirsiniz. Ama ben daha çok onun içindeki psikolojiyi, basketbola verdiği hayatından ona kalanları ve içinde yaşatıp büyüttüğü stresle başa çıkma mekanizmasını merak ediyordum. Serinin en iyi röportajlarından biri oldu. Dilerim Sinan’ın rehberliği, birçok kişiye ve en çok da genç sporcularımıza faydalı olur.
Özge Kırdar Kinasts: Bize en çok stres ve baskı hissettiğin karşılaşmadan bahsedebilir misin?
Sinan Güler: Stres ve baskıyı kariyerimde düşündüğümde belirli zamanlarda yaşadıklarım aklıma geliyor. Altyapı zamanlarındaki Türkiye Şampiyonaları, Fenerbahçe sezonunda kendimi kanıtlamak için üstüme gereğinden fazla aldığım baskılar; oyunu oynamak için değil, birilerini memnun etmek için oynamak gibiydi. Ancak yazmaya başladığımda beni en çok heyecanlandıran ve baskı haline getiren maç sanırım kolej senelerimden kalma bir maç. Okuduğum okul, yaklaşık 20 seneden sonra ilk defa ülke şampiyonasına katılma hakkı kazanmıştı. Uçuş, eyalet dışına çıkma vb. konular, okulumuzun sporcuları ve aileleri için neredeyse ilk defa tecrübe ettikleri konulardı. Şampiyona için Kansas City’e gittiğimizde, fazlasıyla heyecanlı ve meraklı bir ekiple bir aradaydık. Kolej turnuvalarında, sıralamalar ve ona bağlı olarak belirlenen karşılaşmalar önemlidir. Biz de turnuvanın sıralaması yapılmayan, sene boyunca radarın dışında olan takımlarından biriydik. İlk maçı kazanmamızla birlikte hem heyecanın yarattığı yükü biraz üzerimizden atmış olduk hem de özgüvenimizi sahada rahat bir şekilde yansıtacak şekilde basketbol oynuyorduk. Benzer hikâye ikinci ve üçüncü maçlarda da gerçekleştikten sonra, yarı finalde bizim gibi sıralaması olmayan bir takımla karşılaştık. Çeyrek final maçını kazandığımızda, orada bizimle olan ailelerin mutluluğunu görmek müthiş bir duyguydu. Bilmediğim şey ise, çeyrek final maçını kazanmamızla birlikte, yarı final maçımı izlemek üzere Türkiye’den uçarak maça gelecek olan babamın bana yapmak istediği sürprizdi. Onun sahada olduğunu görmek, yaklaşık 8-9 ay sonra onu ilk defa görmek, onun gururuna gurur katmak için oynamak ve bunların hepsini bir arada hissetmek; senenin en kötü maçlarından birini oynamamın yolunu açmıştı.
Özge Kırdar Kinasts: Peki neden aklına gelen ilk karşılaşma bu oldu?
Sinan Güler: Garip bir şekilde, bu maçın üzerinden 16 sene geçmiş olmasına rağmen kaybettiğim veya kötü oynadığım diğer maçlardan daha çok yer etmiş bir durumda. Belki de bu noktada benim için dönüm noktası olan maçlardan biri. Kaybetmeyi çocukluğumdan beri sevmeyen biri olarak, bundan sonraki hayatımda ve profesyonel kariyerimde, kaybetmenin içinde bulunan derslere daha sarılarak bakmaya başladım.
Özge Kırdar Kinasts: Şimdi düşündüğünde sence bu seni nasıl etkiledi?
Sinan Güler: Kaybetmek kesinlikle hayal kırıklığı, üzüntü, kızgınlık gibi duyguları bir arada getiriyor. Ancak bunlar, zihnin an ile alakalı bizim düşünce yapımızı bulutlandıran duygular. Bu duyguların arkasına baktığımızda da yapılan hatalardan, ani tepkilerden ve sonuçtan alınabilecek dersleri çok net bir şekilde görme ihtimalimiz olabiliyor.
Özge Kırdar Kinasts: Diyelim ki karşılamaya çıkarken aklında ”ya kaybedersem?” var. Bu düşünceye nasıl reaksiyon gösteriyorsun?
Sinan Güler: Artık “ya kaybedersem” düşüncesini düşünmeyeli baya oldu. Maçı kazanmak veya kaybetmek için önemli olan etken pozisyonlarda ve maçın gidişatında benim takım için neler yaptığım olmalı. Bazı maçlar oluyor, rakibin kâğıt üstünde daha güçlü olduğunu biliyoruz ve kazanma ihtimalinin zor olduğunu düşünüyoruz. Bu durumlarda da kaybedecek bir şey olmadığını, maçın kaybedilmesi durumunda ders alabilecek şeyleri aramamız gerektiğini düşünüyoruz. Aynı zamanda, oyunun keyifli tarafını sahaya yansıtmaya, mücadeleden de vazgeçmeden oynamaya devam etmek gerektiğini biliyoruz.
Özge Kırdar Kinasts : Sence bir sporcunun kendine güven duyması ne kadar dış etkenlere bağlı? Ve sence özgüven sadece kendi içinde oluşturduğun bir şey midir?
Sinan Güler: Özgüven kesinlikle içsel bir süreç. Egoyu hem nasıl dizginlediğin hem de nasıl seni beslemesine yardımcı olabileceğini ayarladığın bir süreç aslında. Özgüveni en üst seviyeye getirecek şey aslında ne kadar hazırlıklı olduğun ve ne kadar çalıştığın. Egonun kendi yapabileceklerine inanarak sahaya hazırlıksız ve çalışmadan çıkarsan, sportif anlamda başarılı olabilmek çok sınırlı. İyi bir çalışma disiplini, doğru konsantrasyon, amaca ve rollerine uygun bir hedefleme ile egonun inandığı oyunu sahaya yansıtmak çok daha mümkün.
Özge Kırdar Kinasts : Sence en çok baskıyı bir başkasından mı görüyorsun yoksa kendinden mi?
Sinan Güler: Seneler geçtikçe kendimin en hırçın eleştirmeni olmaya devam ettim. Memnun etme arzusu, doğruyu sahaya yansıtma ve oyunu kurallarına göre oynama arzuları ile birleşen ortamda, hatalar ve kaybetmek bana hala ilk birkaç dakikada yüksek seviyede tepki odaklı duyguları getiriyor. Oyun içerisinde başka birine kızıyor olsam da, maç bittikten sonra kendi yaptıklarımı düşünmek ve o hatalardan beslenen bir kızgınlığı başkalarına yansıtmaktan dolayı kendime çok kızdığım oluyor.
Özge Kırdar Kinasts: Bazı sporcular ne kadar stresli olurlarsa o kadar iyi performans gösterdiklerini söylerler. Bazıları da ne kadar rahat olurlarsa o kadar iyi performans sergilediklerini. Sen hangi kategoridesin?
Oyunun gereksinimlerine ve kazanma arzusunu körükleme ihtiyacına bağlı olarak, baskı, sinirlenme ve stres ile yaklaştığımı düşünüyorum. Rahat, stresin az olduğu bir ortamda çok daha paylaşımcı biriyim ve etrafımdakilerin daha iyi olması için neler yapabileceğimi düşünerek hareket ediyorum.
Özge Kırdar Kinasts: Ve son soru; sence yukarıdaki soruya verdiğin cevabı bir sporcu profili olarak nasıl geliştirmiş olabilirsin?
Kesinlikle okuyarak. Başka spor branşlarındaki hikayeleri, spor dünyası ve liderlik, rol dağılımı, başarılı takım olgusunu destekleyen mental modelleri, zihinsel egzersizle anda kalıp oynayabilmek adına okuduğum şeyler bana bu noktada çok destek oldu. Ayrıca fiziksel performansın tepede olması gerektiği noktada, kesinlikle zihinsel performansın da en üst seviyede olması lazım. Bunun için dönem dönem meditasyon ve farkındalık çalışmaları da yapıyorum.
Senelerini profesyonel spora vermiş, tecrübesi 20 yılı aşmış her sporcu gibi Sinan’dan da öğrenilecek çok şey var. Çünkü yaş ilerledikçe artık beyninden geçen her düşüncenin cevabını biliyorsun ve bunu kontrol etmek bir noktada alışkanlığın oluyor. Kendini geliştirmek için ne yapacağını bilen her sporcu gibi o da spor dünyasının efsaneleri arasında.
Dilerim ki Sinan Güler röportajını severek ve ilgiyle okumuşsunuzdur. Bir daha ki yazıda buluşmak ümidiyle.